doğumdan ölüme

Bir İnsanı Hayata Bağlayan Şey Nedir ?

Hiç düşündünüz mü İnsanı hayata bağlayan şey nedir? Doğar doğmaz sadece en temel ihtiyaçlarınız giderilseydi, sizinle hiç iletişim kurulmadan büyüseydiniz ilk kelimeniz ne olurdu, hangi dili konuşurdunuz, konuşmayı nereden öğrenirdiniz?

Bu sorular yüzyıllar boyu merak edilmiş ve deneylere konu olmuştur. Bu deneylere dil yoksunluğu deneyleri denmiştir. Bu deneylerde doğal dil nedir sorusunun cevabı aranmıştır. Bu sorunun cevabını merak ederek korkunç bir şekilde sonuçlanacak bir deneye imzasını atacak bir kişi de 13. yüzyılda yaşayan Roma imparatoru Kral II. Frederick olacaktır.

insanı hayata bağlayan şey
Kral II. Frederick

Hayata Bağlanmanın Psikolojik Temelleri

Hayata bağlanma, bireylerin yaşamdan anlam ve amaç bulmalarını sağlayan, psikolojik sağlığı destekleyen temel bir süreçtir. Bu bağlanma, insanların zorluklarla başa çıkma yeteneklerini artırır, mutluluk ve tatmin duygularını pekiştirir. Hayata bağlanmanın psikolojik temelleri, bireylerin kendilerini anlamlı bir şekilde yaşamla ilişkilendirmelerine ve bu süreçte gelişimlerine katkıda bulunmalarına dayanır.

  1. Amaç ve Anlam Arayışı: Hayata bağlanmanın temelinde, bireylerin yaşamlarına bir amaç ve anlam kazandırma ihtiyacı yatar. Viktor Frankl’ın “anlam terapisi” teorisine göre, bireyler yaşamlarında bir anlam bulduklarında, en zor şartlar altında bile hayata tutunabilirler. Bu anlam arayışı, insanları yaşamın getirdiği zorluklara karşı dirençli kılar ve onlara yön verir. Anlam ve amaç sahibi olmak, kişinin yaşamla derin bir bağ kurmasını sağlar.
  2. Pozitif İlişkiler: Sosyal bağlar, hayata bağlılığın güçlü bir kaynağıdır. Aile, arkadaşlar, romantik partnerler ve toplumla kurulan sağlıklı ilişkiler, bireylerin kendilerini desteklenmiş ve değerli hissetmelerine olanak tanır. Bu tür ilişkiler, duygusal dayanıklılığı artırır ve bireylere yaşamlarında anlamlı bir yer edinme fırsatı sunar. Pozitif ilişkiler, yalnızlık ve izolasyon duygularını azaltarak, hayata olan bağlılığı güçlendirir.
  3. Kendini Kabul ve Özsaygı: Bireylerin kendilerini kabul etmeleri ve özsaygı geliştirmeleri, hayata bağlanmada kritik bir rol oynar. Kendini olduğu gibi kabul eden bireyler, zayıf yönleriyle barışık olur ve yaşamın getirdiği zorluklara daha esnek bir şekilde uyum sağlayabilirler. Yüksek özsaygı, bireylerin hayatta karşılaştıkları engelleri aşmalarına yardımcı olur ve kendilerini daha güçlü hissetmelerini sağlar.
  4. Dayanıklılık (Resilience): Hayata bağlanmanın önemli bir unsuru da psikolojik dayanıklılıktır. Dayanıklılık, bireylerin karşılaştıkları stres ve travmalar karşısında toparlanma ve bunlardan güçlenerek çıkma yeteneğidir. Psikolojik dayanıklılığı yüksek olan bireyler, hayattaki olumsuz deneyimleri anlamlandırarak, bu deneyimlerden ders çıkarır ve gelecekteki zorluklarla daha etkin bir şekilde başa çıkarlar. Dayanıklılık, bireylerin yaşamda bir amaç bulmalarına ve bu amacı sürdürmelerine yardımcı olur.
  5. Mindfulness ve Farkındalık: Farkındalık, bireylerin anı yaşama ve mevcut deneyimlere odaklanma yeteneğini ifade eder. Mindfulness, bireylerin yaşamın küçük anlarından bile keyif alabilmelerini ve bu anlara derin bir bağlılık hissetmelerini sağlar. Bu süreç, bireylerin hayata daha yoğun bir şekilde bağlanmalarına ve yaşamdan daha fazla tatmin duymalarına olanak tanır. Farkındalık uygulamaları, stres ve kaygıyı azaltarak, bireylerin yaşamla daha sağlıklı bir ilişki kurmalarını destekler.
  6. Kişisel Gelişim ve Öğrenme: Hayata bağlanmanın bir diğer psikolojik temeli, sürekli kişisel gelişim ve öğrenme arzusudur. Bireyler, yaşam boyu yeni bilgiler edinerek, becerilerini geliştirerek ve kendilerini keşfederek yaşamlarına anlam katabilirler. Kişisel gelişim, bireylerin kendilerini daha güçlü, yetkin ve özgüvenli hissetmelerine yardımcı olur. Bu süreç, bireylerin yaşamla olan bağlarını kuvvetlendirir ve onları hayata karşı daha motive hale getirir.
  7. Yardımseverlik ve Toplumsal Katkı: Başkalarına yardım etme ve topluma katkıda bulunma, bireylerin hayata bağlılıklarını artıran güçlü bir faktördür. Yardımseverlik, bireylerin kendilerini daha anlamlı bir varlık olarak hissetmelerini sağlar ve onlara topluma olumlu bir katkıda bulunma fırsatı verir. Bu süreç, bireylerin kendilerini değerli hissetmelerine ve yaşamda bir amaç bulmalarına yardımcı olur.

Hayata bağlanmanın psikolojik temelleri, bireylerin yaşamlarını anlamlandırmalarını, zorluklarla başa çıkmalarını ve genel olarak daha tatmin edici bir yaşam sürmelerini sağlar. Bu temel unsurlar, bireylerin yaşamla olan ilişkilerini derinleştirir ve onlara hayatta daha güçlü bir yer edinme fırsatı sunar.

İlişkiler ve Sosyal Bağlantılar

İlişkiler ve sosyal bağlantılar, bireylerin psikolojik sağlığı, mutluluğu ve genel yaşam kalitesi üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. İnsanlar, sosyal varlıklar olarak başkalarıyla etkileşimde bulunmaya, duygusal destek almaya ve kendilerini bir topluluğun parçası olarak hissetmeye ihtiyaç duyarlar. Bu bağlantılar, bireylerin yalnızlık duygularını azaltır, stresle başa çıkma kapasitelerini artırır ve kendilerini değerli hissetmelerine yardımcı olur.

  1. Duygusal Destek ve Güven: Sağlıklı ilişkiler, bireyler için duygusal destek ve güven kaynağıdır. Aile, arkadaşlar ve romantik partnerlerle kurulan güçlü bağlar, bireylerin zorluklarla başa çıkmalarına, duygusal ihtiyaçlarını karşılamalarına ve kendilerini güvende hissetmelerine olanak tanır. Bu tür ilişkiler, bireylerin stres seviyelerini düşürür ve genel ruh sağlığını olumlu yönde etkiler.
  2. Sosyal Kimlik ve Aidiyet: Sosyal bağlantılar, bireylerin kendilerini bir grubun ya da topluluğun parçası olarak hissetmelerini sağlar. Bu aidiyet duygusu, bireylerin sosyal kimliklerini pekiştirir ve onlara yaşamda bir yer edinme hissi verir. Sosyal kimlik, bireylerin kendilerini anlamlı ve değerli hissetmelerine yardımcı olur, bu da genel yaşam tatminini artırır.
  3. Empati ve Anlayış: İlişkiler, bireylerin empati geliştirmelerine ve başkalarının duygularını anlama kapasitelerini artırmalarına olanak tanır. Empati, ilişkilerde duygusal yakınlığı ve anlayışı derinleştirir. Empati kurabilen bireyler, başkalarının duygusal durumlarını daha iyi anlayarak, daha sağlıklı ve destekleyici ilişkiler kurabilirler. Bu, ilişkilerin sürdürülebilirliğini ve tatmin edici olmasını sağlar.
  4. Stresle Başa Çıkma: Sosyal bağlantılar, bireylerin stresle başa çıkmalarında kritik bir rol oynar. Sosyal destek, bireylerin stresli durumlarla başa çıkma kapasitelerini artırır ve onlara duygusal dayanıklılık kazandırır. Güçlü sosyal bağlara sahip olan bireyler, stresli durumlar karşısında daha az kaygı ve depresyon yaşama eğilimindedirler. Ayrıca, sosyal destek sistemleri, bireylerin zor dönemlerinde onlara rehberlik eder ve moral kaynağı olur.
  5. Kişisel Gelişim ve Öğrenme: İlişkiler, bireylerin kişisel gelişimlerine ve öğrenme süreçlerine katkıda bulunur. Sosyal etkileşimler, bireylerin farklı bakış açıları ve deneyimlerle karşılaşmalarına olanak tanır. Bu çeşitlilik, bireylerin kendilerini daha iyi tanımalarına ve kişisel gelişimlerine katkıda bulunur. Ayrıca, sosyal bağlantılar, yeni beceriler kazanma ve bilgi paylaşımı için bir platform sunar.
  6. Mutluluk ve Tatmin: Sosyal ilişkiler, bireylerin mutluluk ve genel yaşam tatminini artırır. Yakın ilişkiler, bireylerin pozitif duygularını pekiştirir ve onlara duygusal bir tatmin sağlar. Araştırmalar, güçlü sosyal bağlantılara sahip bireylerin, daha mutlu ve tatmin edici bir yaşam sürdüklerini göstermektedir. Bu ilişkiler, bireylerin yaşamdan daha fazla keyif almalarına ve kendilerini daha iyi hissetmelerine katkıda bulunur.
  7. Sağlık Üzerindeki Etkiler: İlişkiler ve sosyal bağlantılar, fiziksel sağlık üzerinde de önemli bir etkiye sahiptir. Güçlü sosyal bağlara sahip olan bireyler, daha uzun ve sağlıklı bir yaşam sürme eğilimindedirler. Sosyal destek, bağışıklık sistemini güçlendirebilir, kalp sağlığını iyileştirebilir ve hastalıklara karşı direnci artırabilir. Ayrıca, sosyal izolasyonun sağlık üzerinde olumsuz etkileri olduğu, yalnızlığın fiziksel ve zihinsel sağlık sorunlarına yol açabileceği bilinmektedir.
  8. İlişkilerde Zorluklar ve Çatışmalar: İlişkiler her zaman sorunsuz değildir; zorluklar ve çatışmalar da sosyal bağlantıların bir parçasıdır. Ancak, bu zorluklar, bireylerin iletişim becerilerini geliştirmelerine ve problem çözme kapasitelerini artırmalarına olanak tanır. Çatışmalar, ilişkilerin derinleşmesine ve tarafların birbirlerini daha iyi anlamalarına katkıda bulunabilir. İlişkilerdeki bu zorlukların üstesinden gelmek, bireylerin ilişkilerini daha güçlü ve dayanıklı hale getirebilir.

İlişkiler ve sosyal bağlantılar, bireylerin yaşamlarında derin ve kalıcı etkiler yaratır. Bu bağlantılar, bireylerin kendilerini güvende hissetmelerini, mutlu ve tatmin edici bir yaşam sürmelerini sağlar. Sosyal bağların güçlendirilmesi, bireylerin genel refahını artırır ve onlara daha zengin bir yaşam deneyimi sunar.

Korkunç Deney     

  II. Frederick’in asıl merak ettiği şey Havva ile Adem’in hangi dili konuştuğuydu. Bu sorunun cevabı için yeni doğan bebeklerin kullanılacağı bir deney yapacaktı. Her ne kadar birçok kişi karşı çıksa da Kral Frederick deneyden vazgeçmeyecek ve insanlığın en korkunç deneylerinden birine imzasını atacaktı.

      Deney için 2 oda kurulacak, bebekler bu odalarda kalacak ancak bakımlarında farklılıklar olacaktı. 1. odadaki bebeklerle asla iletişim kurulmayacak sadece en temel ihtiyaçları karşılanacaktı: Karınları doyurulacak ve temizlikleri yapılacaktı. 2. odada ise bebeklerin hem en temel ihtiyaçları karşılanacak hem de onlarla vakit geçirilecekti. Başları okşanacak, kucağa alınacaklardı. 

      Deney başladı ve tüm süreç dikkatle takip edilmeye başlandı. Kısa bir süre sonra (bazı kaynaklara göre yaklaşık bir ay) 1. odadaki bebekler öldü. Evet, 1. odadaki tüm bebekler ölmüştü. Herkes büyük bir dehşete ve şaşkınlığa uğradı. Hiç kimsenin beklemediği bu sonuç büyük yankı uyandırdı. Peki ya 2. odadaki bebekler? Orada ise bebekler yaşıyor, sağlıkları da gayet yerindeydi. 

      Peki 1. odadaki bebekler niçin ölmüştü? Bebekleri hayata bağlayacak olan şey neydi? Yaşamı anlamlandıran o şey, neydi? Deneyden yüzyıllar geçti ve bu soruların cevapları yavaş yavaş netleşmeye başladı. Maslow 1943’te oluşturduğu ihtiyaçlar hiyerarşisinde en temel ihtiyaçlarımız olan fizyolojik ve güvenlik ihtiyacından sonra ait olma ve sevgi ihtiyacını koydu. İnsan fizyolojik olduğu kadar sosyal bir varlık da aynı zamanda. İletişimsiz, sevgisiz kalamayacak bir varlık. 

      Korkunç bir şekilde sonuçlanan bu deneyde her ne kadar Kral II. Frederick sorusunun cevabını alamamış olsa da insanlığa dair büyük bir bilinmezliğin kapısını aralamamızı sağlamıştı. İnsanlığı hayata bağlayan şey sevgiydi. Belki günlük yaşantımızda bunun çok da farkında olmadan yaşıyoruz. Hani dünyayı sevgi kurtaracak diye bir söz vardır, bazımızın gülüp geçtiği bazımızın ise sıkı sıkı tutunduğu bu söz. Bence üzerine fazlasıyla düşünmemiz gereken bir cümle. Dünyayı sevgi kurtaracak…

Yazar : Kübra Hökelek

İlginizi Çekebilir: Narsist Kişilik Bozukluğu. Narsist Misin?

5 1 oy
YAZI PUANI
Abone
Bildir
guest
1 Yorum
En Çok Oylanan
En yeni En eski
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle